Romanlara göre ülke okyanus ise onlarda akvaryumdaki balıklardı. Amaçları da romanlardaki gibi akvaryumdan çıkıp okyanusa açılmaktı.
Çocukluğunda geçirdiği ateşli bir hastalık sonucunda bir ayağı felç olan dayımla eski bir evde oyun oynuyor, Teksas Tommiks’ lere ve fotoromanlara bakarak gün geçiriyoruz. 70’ li yıllarda bizleri büyüten bu çizgi ve fotoroman kahramanlarının bir arka mahallede yaşadığının farkında değilim. Sadece anneannem kızsa da birazdan dayımın oraya gideceğini, belki orada kalacağını ve kesinlikle anneannemden azar duyacağını biliyorum. Bu arada bende oyuncaklarımı alıp,içeri doğru genişliği fazlaca olan bir pencerenin içine oturup, herkesin eve dönmesini bekleyecek ve sürekli bir düğün havası içinde canlı olan caddeyi izleyeceğim. Her şeyin oyun ve masal olduğunu düşünüp, gerçek olduğunu bilmeyerek.....
Pencerenin çıkıntısına sığacak kadar minik ve çelimsiz bu kız büyüdü. Çocukluğundan kalanları görmek, o günlerden kalan duygularının, sevinçlerinin kokusunu almak istedi.
2007 Mayıs ayında tüm çiçeklerin en güzel koktuğu hıdrellez haftasında kaldığım evin caddesine gidiyorum. Gözüm ilk olarak penceresine oturduğum evin karşısındaki Nur sinemasını arıyor. Kulağım ise evimizin altındaki plakçıdan gelen Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay’ ı duymak istiyor. Hepsinin değiştiğini evin ve sinemanın yıkıldığını biliyor ve çocukluğumun hiç gidemediğim mahallesine doğru yoluma devam ediyorum. Ve tüm anıların yok olmadığını bir arka sokaktaki Ege Mahallesine girince anlıyorum. Teksas, Tommiks, Kaptan Swing, Mister No, Batman, Süperman hepsi burda. O dönemden bu döneme gelen anın fotoğraflarını çekmek istiyorum. Ege mahallesinin hemen başında bulunan derneklerine uğruyorum. Dernek Başkanı ile tanışıp biraz geçmişten bahsediyorum. Fotoğraf çekmek istediğimi söylüyor ve yardımlarını rica ediyorum. Deklanşöre dokunarak şimdiki görüntüler ile geçmişimi kaydetmek istiyorum. Aslında herşeyin geçmişten başladığını, dayımı özlediğimi düşünüyor ve tekrar geleceğimi söyleyerek oradan ayrılıyorum.
Bugün mahallede baharın simgesi olan hıdrellez kutlamaları var. Sabah sabah cadde çok kalabalık, tüm mahalle sokakta. Görünen herşey süsleniyor. Sokakta güller satılıyor. Kız çocuklarının saçları, akşama bukleli saçlara kavuşmak için bezlerle sarılmış. Akşam için herkes en güzel kıyafetlerini giyme telaşı içinde. Sokakta oyun havaları çalıyor ve göbek atılıyor. Artık penceremde bekleyip izlediğim geçmişimin içindeyim. Ege Mahallesi ertesi gün, daha ertesi gün derken beş ay boyunca gidip geleceğim bir yer oldu. Roman dostlarım ve çocuklarım oldu. Üç gün üç gece süren düğünlerini yaşadık, tüm görkemi ile sünnetleri kutladık, sünnet yataklarını süsledik. Müzisyenleri ile birlikte doğru ritm ve doğru ruh birlikteliğini yakaladık. Geçimlerini sağladıkları faytonlarla gezdik. Gençleriyle birlikte kahvehanelerde oturduk. Geleneksel mesleklerini geride bırakan mahallenin yaşlılarının hüzünlerine ortak olduk. Yaşadıklarım "Eğer fotoğrafınız yeterince iyi değilse, o zaman yeterince yakın değilsiniz" diyen, mesafenin değil duyguların yakınlığından bahseden Robert Capa’ yı daha iyi anlamamı sağladı.
Böylece benim ve dayımın romanlardaki kahramanlarımız başlamış oldu. Kendilerine göre ülke okyanus ise onlarda akvaryumdaki balıklardı. Amaçları da romanlardaki gibi akvaryumdan çıkıp okyanusa açılmaktı.
TÜLÜN ŞAŞMAZ ÜZMEZ
Çocukluğunda geçirdiği ateşli bir hastalık sonucunda bir ayağı felç olan dayımla eski bir evde oyun oynuyor, Teksas Tommiks’ lere ve fotoromanlara bakarak gün geçiriyoruz. 70’ li yıllarda bizleri büyüten bu çizgi ve fotoroman kahramanlarının bir arka mahallede yaşadığının farkında değilim. Sadece anneannem kızsa da birazdan dayımın oraya gideceğini, belki orada kalacağını ve kesinlikle anneannemden azar duyacağını biliyorum. Bu arada bende oyuncaklarımı alıp,içeri doğru genişliği fazlaca olan bir pencerenin içine oturup, herkesin eve dönmesini bekleyecek ve sürekli bir düğün havası içinde canlı olan caddeyi izleyeceğim. Her şeyin oyun ve masal olduğunu düşünüp, gerçek olduğunu bilmeyerek.....
Pencerenin çıkıntısına sığacak kadar minik ve çelimsiz bu kız büyüdü. Çocukluğundan kalanları görmek, o günlerden kalan duygularının, sevinçlerinin kokusunu almak istedi.
2007 Mayıs ayında tüm çiçeklerin en güzel koktuğu hıdrellez haftasında kaldığım evin caddesine gidiyorum. Gözüm ilk olarak penceresine oturduğum evin karşısındaki Nur sinemasını arıyor. Kulağım ise evimizin altındaki plakçıdan gelen Ferdi Tayfur ve Orhan Gencebay’ ı duymak istiyor. Hepsinin değiştiğini evin ve sinemanın yıkıldığını biliyor ve çocukluğumun hiç gidemediğim mahallesine doğru yoluma devam ediyorum. Ve tüm anıların yok olmadığını bir arka sokaktaki Ege Mahallesine girince anlıyorum. Teksas, Tommiks, Kaptan Swing, Mister No, Batman, Süperman hepsi burda. O dönemden bu döneme gelen anın fotoğraflarını çekmek istiyorum. Ege mahallesinin hemen başında bulunan derneklerine uğruyorum. Dernek Başkanı ile tanışıp biraz geçmişten bahsediyorum. Fotoğraf çekmek istediğimi söylüyor ve yardımlarını rica ediyorum. Deklanşöre dokunarak şimdiki görüntüler ile geçmişimi kaydetmek istiyorum. Aslında herşeyin geçmişten başladığını, dayımı özlediğimi düşünüyor ve tekrar geleceğimi söyleyerek oradan ayrılıyorum.
Bugün mahallede baharın simgesi olan hıdrellez kutlamaları var. Sabah sabah cadde çok kalabalık, tüm mahalle sokakta. Görünen herşey süsleniyor. Sokakta güller satılıyor. Kız çocuklarının saçları, akşama bukleli saçlara kavuşmak için bezlerle sarılmış. Akşam için herkes en güzel kıyafetlerini giyme telaşı içinde. Sokakta oyun havaları çalıyor ve göbek atılıyor. Artık penceremde bekleyip izlediğim geçmişimin içindeyim. Ege Mahallesi ertesi gün, daha ertesi gün derken beş ay boyunca gidip geleceğim bir yer oldu. Roman dostlarım ve çocuklarım oldu. Üç gün üç gece süren düğünlerini yaşadık, tüm görkemi ile sünnetleri kutladık, sünnet yataklarını süsledik. Müzisyenleri ile birlikte doğru ritm ve doğru ruh birlikteliğini yakaladık. Geçimlerini sağladıkları faytonlarla gezdik. Gençleriyle birlikte kahvehanelerde oturduk. Geleneksel mesleklerini geride bırakan mahallenin yaşlılarının hüzünlerine ortak olduk. Yaşadıklarım "Eğer fotoğrafınız yeterince iyi değilse, o zaman yeterince yakın değilsiniz" diyen, mesafenin değil duyguların yakınlığından bahseden Robert Capa’ yı daha iyi anlamamı sağladı.
Böylece benim ve dayımın romanlardaki kahramanlarımız başlamış oldu. Kendilerine göre ülke okyanus ise onlarda akvaryumdaki balıklardı. Amaçları da romanlardaki gibi akvaryumdan çıkıp okyanusa açılmaktı.
TÜLÜN ŞAŞMAZ ÜZMEZ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder