1492 yılında yurtları olan İspanya’dan kopup gelen Sefarad Yahudileri beraberlerinde kendilerine özgü bir yaşam ve mimari biçimini de getirdiler. Kendi dillerinde “Kortejo” yani avlu anlamına gelen yapılar kurarak ortak hayatın temelini attılar.
Bizim önce “Yahuthane” ardından Aileevi diyerek İzmirli ve “bizden” yaptığımız bu yaşam alanları aslında çok sayıda ailenin bir avlu etrafında beraber yaşamalarının karşılığıdır. Tek cümle kapısından girilen avluda gündelik yaşamda yer alan yemek pişirme, çamaşır/bulaşık yıkama, elişi yapma, yemek yeme, tıraş olma, çocukları hazırlama gibi gündelik eylemlerin hepsi ortak alanda yani Kortejo' da gerçekleşirdi. Yine her ailevinin avlusunda temiz suyun karşılandığı serin kuyusu vardı. Avluyu çeviren üst katlar ise aileler için ayrılmış özel yaşam alanları yani odalarla çevriliydi. Beraber yaşam “göçmen” gelen Yahudiler için öncelikle güvenli ve huzurlu bir hayat alanı yarattı. İlk Kortejolar düşük gelirli Sefarad Musevileri için sığınma yeri idi. Aynı lisanı konuşup, aynı gelenek ve aynı tip yemek usullerini paylaşırlardı.
Ancak bu yaşam alanları hep böyle kalmadı elbette. Yavaş yavaş kentin ruhunu kendine kattı ve İzmirlileşti. Zamanla maddi durumları iyileşen Yahudiler Kortejo’ larından ayrıldıkça yerlerini her milletten kentli yeni yoksullar doldurdu. Fakat bu değişim ortak yaşama kültürünü zedelemedi aksine daha da renkli ve canlı hale getirdi.
İşte bu renkli dünya 1950’lı yıllardan itibaren solmaya başladı. Yoksul İzmirli Yahudiler İsrail’e göç etti. Kahkaha ve hıçkırıkların şenlendirdiği avlular hızlı kentleşmenin getirdiği acımasız terk ediş ve yıkıma karşı duramadı; birer birer anılarımızın eski duvarlarının ardına çekildi.
Günümüzde çoğu yıkılmak üzere olan son kalan Aileevleri yine kentin en yoksullarını barındırıyor. Musevilerin birbirine omuz vererek yeni hayatlarına uyum için bir arada yaşadıkları kortejolar, şimdilerde hayata tutunmak için yaşadıkları dört duvardan güç alan yoksul ailelerin, kimsesizlerin, yalnızların, garibanların ve kaybolmuşların yeni mekanı. Her yağan yağmurla biraz daha eriyen, yıkılan, gün geçtikçe solan son Aileevleri onların da belki son sığınağı.
Bu “en” yoksulların bir kısmı eski Aileevleri’ ni ve eski komşularını hatırlıyorlar. İzmir ise Aileevleri’ ni ve içinde yaşayanları çoktan unutmuş.
Ama bu sırt dönüş aslında sadece yoksulluğa yönelik bir umursamazlık değil; ortak yaşamaya ve çok renkliliğe dair de bir “hafıza kaybı”. Ve böyle bir unutma aslında bütün insanlığın, hepimizin yoksullaşması değil mi?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
ÇOCUKLUĞUMUN GEÇTİĞİ İZMİR'İN KARATAŞ SEMTİNDE
YanıtlaSilBİRÇOK ARKADAŞIM AİLE EVLERİNDENDİ. URGANCI AİLE EVİ VARDI. YIKTILAR. SONRA SİTE SİNEMASI YAPILDI YERİNE. KIZ LİSESİ'NİN KARŞISINDAKİ ESHOT SAYAÇ ATÖLYESİ İLE KÖŞE KÖŞEYEYDİ.
NELERİ YOK ETTİK BU KENTTE NELERİ...
KARATAŞ ORTA OKULU'NUN TARİHSEL BİNASINI YIKTILAR, AİLE EVLERİNİ YIKTILAR. İZMİR'İ YIKTILAR...
SAYIN BİROL ÜZMEZ'İN BU SAYFADAKİ FOTOĞRAFLARI NERELERE GÖTÜRDÜ VE NELER NELER DÜŞÜNDÜRDÜ...
SAĞOLSUN BÖYLE SANATÇILARIMIZ, İYİKİ VARLAR, ÇOK YAŞASINLAR.
ERTUĞRUL BARKA
BOŞNAK ENVER AİLE EVLERİNİ ANLATIYOR
YanıtlaSilBak arkadaş sana aile evlerini tek tek anlatayım mı? Hangisi, neredeydi diye… Ha bak, bunlar çok önemlidir. Aile evleri dedin mi, şöyle bir durup hizaya geleceksin. Şimdiki dik apartmanlar var ya ‘aile evleri’ bunun tersidir, yatay apartman yani.Yere devrilmiş apartman gibi bir şey. Ama dikine apartmanlarda komşuluk yoktur, fis kos vardır, her kes birbirine tafra yapar, caka satar, her yönetim kurulu toplantısında 10 lira için kavga edip küslük çıkarırlar. Aile evlerinde ise dostluk, yardımlaşma, hürra gürra vardır. Anladın mı? Yan evden gelen çorba kokusu öteden gelen plaki kokusu karışır, yanıbaşındaki Avramiko buz gibi karpuz kesmiştir, ortasından bölüp sana uzatıverir. Az sonra elinde tepsisiyle Mefharet’in kızı pişi dagıtmaya başlar. Dümbelek sesine Müzeyyen Senar karışır, ötede düğün vardır, davullar çalınır, zurna ötüp durur, deniz kıyısına bakan penceresine ilişmiş Marika ise İstavroz çıkarır. Karşılıklı iki sıra halinde küçücük evler düşün, ortada bir avlu var. Evler bir sofa, bir oda. Yaşam ortadaki avluda geçiyor, kuyu, tulumba, tahta iskemleler filan hepsi orda. Sabahtan akşama kadınlar çocuklar hepsi avluda vıdı vıdı ederler, bir koşuşturma bir çene gider, akşam gelince beylerin hep birlikte kafa çektikleri koca sofra kurulur, çalgılar, gırnatalar gırla gitmektedir. Komşuluklar, dostluklar, aşklar, kıskançlıklar, nefretler, evlenmeler, cinayetler hep bu aile evlerinde birlikte yaşarken olup biter. Koca bir akrabalar sülalesi düşünün.İşte burada herkes akraba gibidir. Yan evde olan biteni, odanın duvarından dinliyorsun, adam karısını döverken duvarı yumruklayıp uyarıyorsun, ama adam karısıyla sevişirken sana iç geçirmek kalmış. Böyle alem yerlerdi. Yüz yıl önce yoksul Museviler yaşarmış buralarda. Hatta kendi yaşadıkları bu toplu evlere Keçiler Hanı ismini takmışlar. “Hande Kavrikas” bu anlama gelir. Onlar buralardan yavaş yavaş çekilince yoksul Türkler sokulmuş bu evlere, Çingeneler, fukara balıkçılar, kafa çekmesini Sufi yaşamasını seven alt tabaka doldurmuş buraları. Yahudiler, Çingeneler,nasırlı elli balıkçılar, göçmenler, Kürtler, eli bıçaklı kabadayılar, yosma eskileri, Rumeli Babayiğitleri hepsi yan yana yaşamış yıllarca buralarda.” Birleşmiş Gariban Milletler Teşkilatı” gibi yani. İşte bizim Karataş’ımız böyle aile evleriyle de ünlüydü bir zamanlar.
Şimdiki Karataş’ta Ömer Ağa Apartmanı var ya, işte orası ilk aile eviydi,ismi de Ömer Ağa’nın Aile Evi. İyi mi? Yanı başında balıkhane sahibi dalyancı Hacı Mustafa’nın evi, sonra öğretmen Süha Bey’in evini geçelim, hemen yanında anlı şanlı Rıza Bey Aile Evi dururdu, onun yanında Palamut fabrikası vardı. Geçelim biraz, bir aile evi daha önümüze çıkar, meşhur Han de Kavrikas. Daha sonra bir dizi ev gelir sahilde, sonra Fırıncı Ümmet’in evi ve iskele sokağına dayanırsın. Sokağın başında yine bir küçük aile evi, merdivenle inilen bir düzlükte bu kez urgancı Hakkı Bey’in aile evi gelir, daha sonra konforlu olmuştur. Böylece Site sinemasına dayandık. Onun yanında Eshot binası, hemen yanında ise balıkçı ve Çingenelerin aile evi bulunurdu. Sonra Rasih Öztürk’ün tütün magazası, yine küçük bir aile evi, nihayet meşhur Hafız’ın Aile Evi yerleşirdi. Arsalı Ahmet’in kayınpederinin olan bu aile evi en büyük olanıydı. Daha sonra da Atatürk’ün eşi Uşşakizade Latife Hanımlar’ın parmaklıklı, sarmaşıklı bir sıra evleri gelirdi. Böylece şimdi devlet Tiyatrosu olan Halkevi binasına dayanmış olurduk. Tramvay, tüm bu aile evleri dizisinin önünden geçip giderdi. Vatman Hasan amcayı hatırlıyorum. Karataşlıydı. Morgül’ün babası. Yıkık Kilise’de otururlardı. Hasan Amca’nın dizi dibine yerleşip Konak’tan Karataş’a kadar gelip gitmek, bizim küçüklüğümüzün en büyük eğlencelerinden biriydi. Aile Evlerinin içine girip luna park gibi insan manzaralarını izlemek başlıbaşına bir alemdi.
fotoğraf sergisi etkinliği duyurundan geldim buraya ve okuduklarım beni hüzünlendirdi;neden değerlerimize sahip çıkamıyoruz diye..emeğinize sağlık..ömrünüze bereket..
YanıtlaSilÇocukluğuma gittim aile evlerinin denize doğru en son evde yaşadım deniz taştımı kapımıza kadar gelirdi mahallenin yarısında çoğu balıkçı ve çiçekçiydi anılar için teşekkür ederim
YanıtlaSil