5 Ekim 2009 Pazartesi

Ah kanarini muhlikos, sozmopires topyalo













“Koklamaya kıyamam benim güzel Kanaryam”

Zor söyletirdik anneanneme ama hiç kırmadı bizi ve ince sesiyle hep söyledi sarı kanarya şarkısının Rumcasını. Bir de TRT’nin tek kanal olduğu yıllarda çocukluğumuzun lüksüydü İzmir’den izlenebilen Yunan televizyonu. Gözümüz televizyonda, kulağımız filmleri Türkçe’ye çeviren anneannemizdeydi. Televizyon komşulara baktığımızda biraz erken girdi evimize. Babamın benim kırılan gururumu onarmak için hızlandırdığı bir alışveriş oldu biraz da.

Ben Karataş’ın altın yıllarına yatişemedim. Babam anlatırdı şimdiki Karataş lisesinden eski sayaç atölyesine kadar dizi dizi sıralı aile evlerini.

Josue Kuriel’den bir Kortejo satın alınarak 1827 yılında Musevi Hastanesi’nin ilk temellerinin atıldığını, dünyanın en zenginlerinden Baron Rothschild’in maddi destek olduğunu ise sonradan öğrenecektim!

Evimizin kapısı ile Karataş Hastanesinin bizim sokağa açılan personel kapısı karşı karşıyaydı. Mermer merdivenli, ferforje işlemeli ana giriş kapısının yirmi metre yakınındaki ikinci kapıyı tercih ederdik çoğunlukla. Hastane bekçisi fark edip kovana kadar dev çam ağacının dibine düşen fıstıkları toplar, bazen cesaretimizi toplayarak hastane binasının içine dalardık. Alt kapıdan girip, kimseye yakalanmadan üst kapıdan dışarı çıkmak, sonrasında hemşireler ya da hasta bakıcılar bizi azarlanmadan geri dönmek çocukluğumun yasaklara karşı kazanılmış ilk zaferiydi. Hele hele, hastane duvarından sokağımıza sarkan dalların döktüğü çam fıstıkları ile yetinmek yerine bahçeye dalıp eve ceplerim çam fıstığı dolu bir şekilde dönmenin keyfi, unutamadıklarım arasında yerini almıştır.

Hastanenin ana kapısının girişindeki beş altı basamaklı geniş mermer merdiven ve önündeki sokak, en önemli oyun alanımızdı. Caddeden hastane girişine uzanan hafif eğimli yokuş yolun sonundaki merdivenler futbol kalemizdi. Yokuş yüzünden iki de bir aşağılara kaçan topu merdivenlere çarptırıp golü atan, kaleye geçerdi. Oyunun adı “Gol atan kaleye” idi. Annelerimiz çağırana kadar sürerdi oyun. Bazen de, kıyafetleri ve konuşmaları, bizimkilere pek benzemeyen insanların, ağlamalar , ağıtlar içinde, hastaneden ölü çıkardıkları yakınlarını koydukları cenaze arabası gelince biterdi oyun. Karataş Hastanesinin halk arasındaki ismi Musevi Hastanesiydi… Doktor Kabay, hatırlayabildiğim tek isim olsa da doktorların ve hastaların çoğu Museviydi. Cenaze sahiplerinin de çoğu…
Yaşlı ve kimsesiz Musevilerin kaldığı odalar vardı bir de.Hastanenin üst sokağında yere sıfır, küçük pencereleri vardı bu odaların. Belki içeri bir şey atılmaması, belki de yaşlı Yahudilerin kaçmaması içindi bilemiyorum, pencereler metal tellerle kaplıydı. İçerisi belirli belirsiz seçiliyordu ama özellikle yaşlı Musevi kadınların kaldığı odalardan, hiç susmamacasına şikayet ve yakarış dolu bağırışlar, her gün, her saat, içerdeki öfke ve çaresizliği sokağa yayıyordu.
Bizle ilgisi olmayan, başka dünyanın insanları gibi gelirdi Museviler. Konuşmaları, ürkek tavırları, vatansızlığın yarattığı dayanışma duyguları ile farklı bir cephenin insanları gibiydiler. Musevilere uzak duruşum Matilda teyze ve amcayı tanıyınca sona ermişti. Amca, boynuna astığı tabla üzerindeki iğne, iplik, lastik gibi dikiş malzemelerini pazarda satarak, biraz da yumurta ticareti yapan oğlunun verdiği harçlıkla geçinirdi. Herkes Matilda teyzeye “Madam Matilda” kocasına da “amca” diye seslenirdi. Bu yüzden amcanın adını hiçbir zaman öğrenemedim.
Her akşam Madam Matilda, Aile evinin önünde mangalını yakar, amcanın o gün gittiği pazardan dönüşünü beklerdi. Amca, boynunda tablası ile, 332 sokağın başında görünür, dudağından hiç eksilmeyen şarkılarından birini söylerken başıyla komşularını selamlayarak evin önünde yanan mangalın başına geçerdi. O mangal her zaman yandı ama üzerinde bir şey piştiğini hiç görmedik. Bir süre sonra mangal içeri alınır, amca da içeri girer şarkılarını yüksek sesle söylemeye başlardı. Matilda teyzenin oturduğu Rum evinde buzdolabı yoktu.
Yaz günleri Matilda teyze, sonradan yan komşusu olan anneannemin kapısını çalar farklı şivesiyle buz isterdi. Yardımlaşmalar, selamlaşmalar, farklı inançlardaki insanların dini günlerde birbirlerini kutlamaları, evde pişen yemeğin kokusundan önce bir tabak içinde komşuya ulaştırılan ikramlar, akşam sohbetleri, hoşgörünün ısısıyla yakınlaştırdı insanları hem birbirine. Hem daha insan olmaya.Yıllar sonra Matilda teyzenin ve amcanın birbirinin peşi sıra öldüğünü öğrendim. Amcayı şarkı söylerken anımsamaya çalıştım. Matilda teyzenin buz isteyen kibar sesi duyuldu zamanı delerek.
Adnan Bulu/İzmir

1 yorum:

  1. yasamadigim, bilmedigim bu sokaklarin kokusunu bile duydum sanki. sicakligin, sevginin ve cocuk gibi cocuk olmanin cook eskilerde kalmis olma duygusu icimi ürpertti. yazarin kalemine saglik. sevgiyle kalın.

    YanıtlaSil